Avâm-ı nâsın dinî yönü

Avâmın i‘tikadları taklîdîdir
Avâmın taklîdî olan i‘tikadlarını…


Sikke-i Tasdik, s.29


Tabaka-i avâm, sağlam müslümandırlar
Tâsian: Sizin bu İstiklâl Harbi’ndeki muzafferiyetinizi ve âlî hizmetinizi takdîr eden ve sizi cân u dilden seven cumhûr-u mü’minîndir ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam müslümandırlar. Sizi ciddî severler ve sizi tutarlar. Ve sizlere minnetdârdırlar. Ve fedâkârlıklarınızı takdîr ederler. Ve intibâha gelmiş en cesîm ve en müdhiş bir kuvveti sizlere takdîm ederler. Siz dahi evâmir-i Kur’âniyeyi imtisâl ile onlara ittisâl ve istinâd etmeniz, maslahat-ı İslâm nâmına zarûrîdir.


Mesnevi, s.97


Suâl: Avâm-ı nâstan hakaik-i dîniyeyi ta‘bîr eden ancak yüzde birdir. Elcevab: Ta‘bîr etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet, çok def‘a lisân, insanın tasavvurâtından incelerini ta‘bîrden âciz olduğu gibi, kalbindeki ve vicdanındaki inceler de insanın aklına görünmez.


İ.İcaz, s.37


Cumhûr-u avâmı, burhândan ziyâde, me’hazdeki kudsiyet imtisâle sevk eder
Cumhûr-u avâmı, burhândan ziyâde, me’hazdeki kudsiyet imtisâle sevk eder.


Mektubat-2, s.497 (22)


Cumhura müteveccih, muhâtabı avâmdır. Şu cumhûr-u avâma tevcîh olan bir fikir, ger kudsiyet almazsa, yakın olur zevâli. Çabuk söner de ölür. O yeni desâtîre bir kudsiyet verecek iki muazzam din var. Ona ziyâ, buna zulmetli. Buna zulmet, ona ziyâlı. Şu şarkî keskin fikir vakta gözünü açmış, başında duran hasmı Hristiyan dini bulmuş. Hasmın elinde silâh yine o din olmalı. Öyleyse o fikir onunla hiç barışmaz. Elbet o fikir ve meslek beka yaşamak ister, yaşaması cumhurda kat‘an takarrur ister, kalb etmeli kabulü. Avâm kalbinde takarrur, bir kudsiyet ister. Kudsiyeti verecek ictimâî din ister. Avâmı çok düşünmüş, ihsânât merhametli bir şerîat ister. Demek ister istemez dehâlet edecek, İslâmiyet’e teslîm olacak, ya ölecek, bunu iyi bilmeli.


Sözler, s.375


İkinci sebeb: Hutbe, bazı süver-i Kur’âniyenin nasihatleri anlaşılmak içindir. Evet, eğer millet-i İslâm İslâmiyet’in zarûriyâtı ve müsellemâtı ve ma‘lûm olan ahkâmını, ekseriyet i‘tibâriyle imtisâl edip yerine getirse idi, o vakit nazariyât-ı şer‘iye ve mesâil-i dakîka ve nasâyih-i hafiyeyi anlamak için bildiği lisân ile hutbe okunması ve süver-i Kur’âniyenin eğer mümkün olsa idi tercümesi, (Hâşiye) belki müstahsen olurdu. Fakat namaz, zekât, orucun vücûbu; katil, zinâ ve şarabın haramiyeti gibi ma‘lûm olan ahkâm-ı kat‘iye-i İslâmiye mühmel kalıyor. Avâm-ı nâs, onların vücûbunu ve haramiyetini ders almaya muhtaç değiller. Belki teşvîk ve ihtâr ile o ahkâm-ı kudsiyeyi hatırlatıp, İslâmiyet damarını ve îmân hissini tahrîk etmekle, imtisâllerine teşvîk ve tezkîre ve ihtâra muhtaçtırlar. Halbuki bir âmî, ne kadar câhil dahi olsa, Kur’ân’dan ve hutbe-i Arabiyeden şu meâl-i icmâlîyi anlar ki, “Herkese ve bana ma‘lûm olan îmânın rükünlerini ve İslâmiyet’in umdelerini hatîb ve hâfız ihtâr ediyor ve ders veriyor, okuyor” der. Kalbinde onlara karşı bir iştiyâk hâsıl olur. Acaba kâinâtta hangi ta‘bîrât var ki, Arş-ı A‘zam’dan gelen Kur’ân-ı Hakîm’in i‘câzkârâne, müfehhimâne ihtârlarına, tezkîrlerine, teşvîklerine mukabil gelebilsin?


Sözler, s.158


Ayrıca bakınız: Mesnevi, s.85; Sözler, s.329


Avam insanlar, makbûl ve mu‘temed insanlardan işittikleri mesâili taklîden kabul ederler.
Nev‘-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkîk değildir ki, hakîkate nüfûz etsin. Ve hakîkati hakîkat tanıyıp kabul etsin. Belki sûrete, hüsn-ü zanna binâen, makbûl ve mu‘temed insanlardan işittikleri mesâili taklîden kabul ederler. Hatta kuvvetli bir hakîkati zaîf bir adamın elinde zaîf görür. Ve kıymetsiz bir mes’eleyi kıymetdar bir adamın elinde görse, kıymetdar telakkî eder.


Mektubat-1, s.251 (Yedinci) = Sikke-i Tasdik, s.224 = Barla, s.7


İlm-i mantıkta kaziye-i makbûle, yani avâm-ı nâs, mu‘temed ve makbûl zâtların bir mes’elede kabûllerini huccet ve bürhân yerinde o mes’elenin tasdîkine kâfî görüp îmân eder. O hâlde o zâtlara hüsn-ü zan kırılmamak lâzımdır.


Emirdağ-1, m.147


Kur’ân’ın muhâtabları ekseriyetle cumhûr-u avâmdır. Avam ise, ancak temsillerle meseleleri anlar
Dördüncü Nükte: İrşâdın tam ve nâfi‘ olmasının birinci şartı, cemâatin isti‘dâdına göre olması lâzımdır. Cemâat avâmdır. Avâm ise, hakaiki çıplak olarak göremez. Ancak onlarca ma‘lûm ve me’lûf üslûb ve elbise altında görebilirler. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Kerîm, yüksek hakaiki müteşâbihât denilen teşbîhler, misâller, istiârelerle tasvîr edip, cumhura, yani avâm-ı nâsın fehimlerine yakınlaştırmıştır.


İ.İcaz, s.163


On Birinci Nota: Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın ifadesinde çok şefkat ve merhamet vardır. Çünki muhâtabları ekseriyetle cumhûr-u avâmdır. Onların zihinleri basittir. Nazarları dakîk şeyleri göremediğinden, onların besâtat-ı efkârlarını okşamak için, semâvât ve arzın yüzlerine yazılan âyetleri tekrar ediyor. Ve o büyük harfleri kolaylıkla okutturuyor.


Lemalar, s.134 (On Birinci) = Mesnevi, s.159


Evet, i‘câz-ı Kur’ânın bir esası olan îcâz, hem hidâyet-i Kur’ânın bir nûru olan lütf-u irşâd ve hüsn-ü ifhâm iktizâ ediyorlar ki, Kur’ân’ın muhâtabları içinde ekseriyeti teşkîl eden avâma karşı küllî hakîkatleri ve derin ve umûmî düstûrları, me’lûf ve cüz’î sûretler ile gösterilsin. Ve fikirleri basit olan umûmî avâma karşı, muazzam hakîkatlerin yalnız uçları ve basit bir sûreti gösterilsin. Hem âdet perdesi tahtında ve zeminin altında hârikulâde olan tasarrufât-ı İlâhiye icmâlen gösterilsin.


Zülfikar, s.155


Siz avam olduğunuzdan hayâlinizle tefekkür, gözünüzle taakkul ettiğinizden, temsil size bürhân-ı nazarîden daha ziyade muknîdir.


Münazarat


Kur’ân’ın muhâtablarının kısm-ı ekserîsi avâmdır. Avâm takımının hakaik-i İlâhiyenin ince ve müşkil kısımlarına fehimleri kadir olamaz. Ancak temsîl ve icmâller ile fehimlerine yaklaştırmak lâzımdır. Bunun içindir ki Kur’ân, kesretle temsîlleri zikreder.


Mesnevi, s.223


Ve kezâ, avâm-ı nâs ülfet ettikleri üslûblardan ve ifadelerin çeşitlerinden ve dâimâ hayâllerinde bulunan elfâz, maânî ve ibârelerden fikirlerini ayıramadıklarından, çıplak hakîkatleri ve akliyâtı fehim edemezler. Ancak o yüksek hakaikin, onların ülfet ettikleri ifadeler ile anlatılması lâzımdır.


İ.İcaz, s.168


Daha Geniş izahat için “Kur’ân-ı Kerim” konusuna bakınız…


Avâmın nazarında temsiller, mürûr-u zamanla hakîkat telakkî edilirler
Teşbîhler ve temsîller suretinde rivâyet edilen bir kısım hadîsler, mürûr-u zamanla avâmın nazarında hakîkat telakkî edildiği…


Şualar-1, s.73


Teşbîh ve temsîller, havâstan avâma geçtikçe, yani ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürûr-u zamanla hakîkat telakkî edilir. Meselâ, küçüklüğümde kamer tutuldu. Ben vâlideme dedim: “Neden ay böyle oldu?” Dedi: “Yılan yutmuş.” Dedim: “Daha görünüyor.” Dedi: “Yukarıda yılanlar cam gibi olup, içlerinde bulunan şeyi gösterirler.” Bu çocukluk hâtırasını çok zaman tahattur ediyordum. Ve der idim ki: “Bu kadar hakîkatsiz bir hurâfe, vâlidem gibi ciddî zâtların lisânında nasıl geziyor?” diye düşünürdüm.


Lemalar, s.92


Ayrıca bakınız: Lemalar, s.313


Avâm-ı mü’minînin istinâdgâhları
Bâhusus avâm-ı mü’minînin istinâdgâhları olan İslâmî esasların ve cereyânların ve şeâirlerin kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umûmîyi…


Şualar-1, s.161


Avâm içinde müşkilâtlı meselelerden bahsetmek avama zarar verir
Avâm içinde müşkilât-ı hadîsiyeyi münâkaşa etmek, ızhâr-ı fazl sûretinde avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enâniyetini hakka ve insafa tercîh etmek sûretinde deliller aramak, câiz değildir. Madem şu mes’ele açılmış, medâr-ı münâkaşa edilmiş. Bîçâre avâm-ı nâsın zihninde sû’-i te’sîr ediyor. Çünki şu gibi müteşâbih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar. Yani küçücük aklına sığışmayan kat‘î hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadîsin ma‘nâsını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin i‘tirâzâtına ve hurâfâttır demelerine yol açar.


Mektubat-1, s.229